Bu hafta yaptırım haftasıydı.
Amerika’da korktuğumuz tam olarak başımıza gelmedi.
Kongreden büyük bir çoğunlukla çıktığı için ABD Başkanı tarafından veto edilemeyecek şekilde oval ofise gelen ve Trump’ın önünde imza için bekleyen, Türkiye yaptırımlarını da içeren yasa tasarısı içerisinden Trump, 12 yaptırım maddesinden mecburen 5 tanesini seçti.
Bu 5 tanesi de bizi çok fazla etki eden maddeler olmayacak. Bunlar zaten bilindik maddeler. O yüzden bunu bir kenara yazalım. Bizim açımızdan iyi ve önemli bir şey oldu.
Konunun uzmanları ile de konuştum, olabileceğin en iyisi oldu.
Ardından da Avrupa Birliği (AB) Liderler Zirvesi bitti. Bir açıklama yapıldı. Benim daha önce söylediğimden daha hafif bir şey çıktı.
Ben demiştim ki; “Öyle ağır bir yaptırım olmaz. Ama Fransa ile Yunanistan’ın gazını almak için bir liste verirler bize. Kısa, orta, uzun vade. Kısa vadeli liste Mart ayında biter. Gelirler bize sorarlar ne yaptınız bu konularda diye. O zaman bize sert bir şeyler yapabilirler.” Olabilir gibi bir fikir yürütmüştüm.
O bile olmadı.
Sadece bazı konularda uyarılar, zaten bilindik konularda, bilindik sektör ve kişilere bazı uygulamalar geldi. Onun haricinde öyle ağır bir yaptırım gelmedi. ‘Mart’ta bakarız’ dendi.
Anlaşılan Türkiye’nin bu Liderler Zirvesi öncesinde attığı diplomatik adımlar Türkiye ile ilgili karar vermeye eğilimli olanları cesaretlendirmiş, onların da basiretli davranışları sayesinde gördüğünüz gibi herhangi bir karar çıkmadı. Yaptırım adına.
Bu kararlar peş peşe gelirken piyasada bir kafa karışıklığı oldu. Bu kafa karışıklığı sebebi ile döviz kuru yükselirmiş gibi, borsa düşermiş gibi oldu, ama sonra kendini toparladı.
Niye toparladı biliyor musunuz?
Çünkü kamudan müdahale gelmedi.
Daha önceki dönemde hatırlarsanız kamudan lüzumsuz müdahaleler geliyordu.
Piyasa zaten doğrusunun ne olduğunu anlayınca normale dönecekte, fakat hiçbir zaman piyasanın kendi normallerinde yola devam etmesine müsaade etmeyen bir ekonomi yönetimi vardı.
Kamudan döviz satılıyordu lüzumsuz yere. (100 milyar dolar üzerinde) Boşu boşuna rezervler harcandı, bankalar sıkıştırıldı, finans piyasası boğuldu, likiditeyi daralttı, genişletti sonra vs. Oyuncak gibi oynandı.
Yeni Merkez Bankası Başkanı Naci Ağbal ve yeni Maliye ve Hazine Bakanı Lütfi Elvan hiçbir zaman piyasa dinamiklerinden çıkacak insanlara benzemiyorlar. Bunu da defalarca anlattım. Kendilerini de şahsen tanıdığım için buna inanıyorum.
Piyasa gerçekten arz talep dengesine bırakıldığında, gerçek piyasa şartlar uygulandığında döviz sakinleşti, banka hisse senetlerine ciddi alım geldi. Bunun sebebi de Amerika ve Avrupa’da yaptırımların bankalara doğru yayılmaması.
Peki bu gidişat böyle devam eder mi?
Türkiye’de dolar kuru diplomatik ve politik etkilerle yön değiştirebilir. Mesela politik ve diplomatik olarak olumsuzluklar varsa yönünü yukarı çeviriyor. İyi şeyler olduğu zaman yönünü aşağı doğru çeviriyor.
Ama trend ne?
Maalesef trend hep yukarı.
2013’te 1.5 liralık dolar kurundan bahsediyorduk, şimdi geldik 7.8’lerdeyiz. 8.5’leri gördük.
Niye?
Çünkü ekonominin parametreleri bozuk
Daha parametrelere gitmeden evvel yani tarım piyasasındaki, sanayideki, hizmet sektöründeki bozukluklara daha girmiyorum.
Ülkenin döviz rezervleri ekside, dış borcunun milli gelire oranı yüzde 50’nin üzerinde. Kendine benzeyen ülkeler arasında en yükseği, rekor. Üretim yapmak için ham madde, ara malı, yatırım malı ithal etmek mecburiyetindeyiz. Dolayısıyla Türkiye büyürken, cari açık verme gibi yapısal bir sorun var Kimse düzeltemedi bunu bu güne kadar. Bununla ilgili bir adım atan olmadı bile.
Ama herkes kiraları, satın almaların bir kısmını dolar, euro üzerinden yapıyor. Yerli girdi kullananlar bile benim rakibim öyle yapıyor dile dövize endeksli fatura kesiyor. Döviz yükseldikçe, enflasyon yükseliyor hala böyle bir derdimiz var. Birçok yapısal unsur var Türkiye’de.
Döviz nasıl düşsün ki!
Türkiye’de diplomatik ve politik etkilerle iyi şeyler olduğunda düşmesi doğaldır. Kendi arz ve talep dengesine bırakıldığında sıkıntı yok. Sıkıntı sürekli müdahale edilmesi.
Devletin ekonomiye müdahalesi maalesef zaruri olmadıkça hep yanlış sonuçlar yaratıyor. Zararlı sonuçlar yaratıyor.
1950’lerden beri devletin bir hatası daha var. Tarımda, sanayi için ara mal üretiminde, ham maddede monopol, oligopol yapıların, hatta kartellerin oluşturulmasına göz yumuldu. Bazıları bundan haksız zenginleşti. Hala da zenginleşmeye devam ediyor.
Yani enflasyonu düşürmeden, faizi düşüremeyiz. Bunu daha yeni anlıyoruz. Anlamamakta direnen de var.
Ama enflasyonun düşürülmesi için Türkiye üzerinde çöreklenmiş olan bu monopol, oligopol yapıların, gizil kartellerin de çökertilmesi lazım.
Sadece siyasette iyi şeyler yaparak veya diplomasi de iyi şeyler yaparak ülke ekonomisini dengelemek mümkün değil.
Ne üretenin ne de tüketenin memnun olmadığı bir tarım piyasası, sanayi üreticilerini sürekli olarak parmağında çevirdiği bazı ara mal tedarikçileri ve üreticileri (onlar ne derse onların olduğu), sürekli olarak döviz kurunun iniş çıkışından canı yanan ihracatçının, üreticinin olduğu, vatandaşın sürekli olarak alım gücünün düştüğü, enflasyonun sürekli olarak yükseldiği, faizlerin sert dalgalanmalar yaşadığı bir ülkede dengelenmeyi sağlamak için adaleti, hak ve özgürlükleri ve eğitimin seviyesini yükseltmek gerektiğini ne zaman anlayacağız bilmiyorum.
Sonuç olarak ben ABD’den ve AB Liderler Zirvesi’nden gelen haberlerden memnunum. Haberler piyasamıza olumlu yansıdı.